10 Ağustos 2006 Perşembe

Gofret Bir Milyon

Bir reklam cümlesi. Kısa ve öz. Sadece özne ve yüklem.

Öznesiz bir cümle bana çok yalnız gözükür. Bir cümlenin var olabilmesi için yüklemi olması yeterlidir ama yaşamak için de sadece yemek yeterlidir buna yaşamak denirse. Öznesiz bir cümle gibiydi son zamanlarda hayatım. Öznesiz cümle gibiydim, ben yüklemdim, Serkan dolaylı tümleç. Hayat beni öğelerime ayırıyordu, etken miydim edilgen mi? Geçişli mi geçişsiz mi? 

Gittikçe saçmalıyor sıçıyordum ama hava da deli gibi sıcaktı. Ben son yıllarda böylesi bir sıcak ne gördüm ne de duydum. Üstüne üstlük Özge'yle aramda bir şeyler olacak gibiydi.

Adeta eriyordum, ben ve tüm öğelerim. Ben cümleydim. Cümle alem de benimle dalga geçiyordu. Çünkü cümleydim ama yüklemdim ben. Yani cümle olabilmek için gereken her şey vardı bende. Yüklemdim ama başka kimsem başka hiçbir öğem yoktu. Yalnızdım. Ben basit bir isim fiildim.

Ulan sıcak gittikçe başıma vuruyordu ki, kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçmek için beklerken saçmalıyordum. O gün Bahçelievler'de işim vardı. Marmara Üniversitesi'nin Seferoğulları Apartmanı görünümlü kampüsüne gidip bir işimi halledecektim. Halledip dönerken akbil de bitmişti. Ekonomik olarak bir çıkmazdayım. Bunu en iyi sevgili akbilim tasavvur ediyordu. Bitmiş bir akbil, bitmiş bir insan demektir. İçi boş bir akbil, içi boş bir ceptir. Drilluulu değil de draaadaaat draaadaaat draaadaat draaadaaat diye öten bir akbil bitmiş bir kişiliktir. Hele o akbilin "bu ibnenin akbili boş, fakir lan bu hahahaha, dradaaaaat" diye bağırmasıyla tüm kafaların "Kim lan bu fakir?" diye bakması kişiliği bitirici mükemmel bir faktordur. Max faktor.

Kendimi otobüsten nasıl dışarı attım da minibüse bindim hatırlamıyorum o sıcağın etkisiyle. Minibüste kendime geldiğimde vitesin tam önünde oturuyordum. Tam husyelerimin hizasındaydı vites ve ikinci ve dördüncü viteslerde hep tedirgin oluyordum. Baraj kurmuş gibi oturuyordum ama bu da tehlikeliydi çünkü minibüs ahalisi "Vay orospu çocuğu karıyı kızı kesip alete irtifa kazandırıyor" diye düşünebilirdi.

O sırada yukarıdan şıp şıp diye bir şeyler damlamaya başladı yüzüme. Tam göz çukurlarıma doluyordu şıp şıp şıp şıp şıp. Muntazaman. "Allah allah, bu ne yağmur mu yağıyor acaba?" diye kafamı çevirdim yukarı... Keşke çevirmeseydim, keşke o an minibüs kaza yapsaydı, ya da bir göktaşı çarpsaydı minibüse, görmeseydim ben o suyun kaynağını. Keşke... Keşke... Fazlaca yağlı bir abi... Kısa kollu bir gömlek giymiş... Tepemdeki demire tutunmuş düşmemek için... Fazlasıyla yağlı ve hava da fazlasıyla sıcak olduğu için koltuk altından şıp şıp damlatıyor.... Damacana gibi... Dedim ya yüklemim ben, abi de gizli öznem olmuş beni tamlıyordu... Bunu haketmek için ne yapmıştım bilmiyorum ama nasıl olsa gözler ıslanmış dedim ve ağlamaya başladım. Hayatıma ağladım, kendime ağladım, yalnızlığıma ağladım. Abinin terlemesi bitince kestim ağlamayı. Gözlerimi Blume ile kurulamaya çalıştım ama terli tuzlu suya dayanamadı Blume ve parça pinçik oldu.

Ben sonra Merter'de indim ve metro durağına yöneldim. Orayı bilenler bilir, bir tane ışık var orda. İşte orda beklemeye başladım ve en başta bahsettiğim şu ağdalı cümleleri, özne yüklem benzetmesini kuruyordum.

Işık yeşile dönünce atladım yola. İleride de metro rayları var, onun ortasından geçemeyeceğimize göre üst geçidi kullanmak zorundaydık. Metro yolunun ortasında geçilir mi hiç, komik olmayın, hahaha, allah aşkına bunu demeyin bana. 

Merdivenlerde dilenciler, satıcılar vardı. Bir tanesi gofret satıyordu. Bağırdı arkamdan "Gofret bir milyon." 

Duraksadım. bir daha bağırdı. "Gofret bir milyoooon." 

-Ne bir milyonu lan.

-Abi bir milyon.

-Milyon mu kaldı olum.

-Abi öyle dediler bir milyon, on tanesi.

Korktum. Şimdi bir milyonluk senet imzalatırlar gofretler karşılığında beni bile satın alırlar diye korktum. Bu çocuklar çok acımasız, yaparlar valla. Arkamdan fıtı fıtı sesler geliyordu ama. Döndüm arkamı. "Abi bir milyooon." 

-Lan gitsene arkamdan tövbe tövbe.

-Ama bir milyooon.

-Tamam anladık sen git yerine.

Sonra ben iyice korktum çünkü çocuk 7 yaşlarında göstermesine rağmen çok güçlü gözüküyordu, kalın bilekleri vardı. Yedi yaşındaki bir çocuktan dayak yeme olasılığı var ya arkadaşlar, ben bir daha ölene kadar evden çıkmazdım. 

Merdivenlerden aşağıya indim. Metroya jeton aldım. Arkamı döndüm. Annnnanıı. Bela çocuk gelmişti yine. Büfenin kenarında gölgede duruyordu. Gözleri kırmızı kırmızı parlıyordu. Tiz ve şuh bir sesle "gofret bir milyoooğğğğn" dedi ve bir ısırık aldı ambalajını açmadan. Dişleri sipsivriydi. Bir tane gofreti de yaladı. Ben endişelenmeye başladım, cebimden bir raid çıkardım gittim üstüne sıktım gofretçi çocuğun. Bir iki ııyyyk ıyyyk etti, yukarı kaçtı merdivenlerden. Tepeye çıkınca baktı bana ve hemen döndü fıtı fıtı gitti. 

Metroya bindim. Gofretçi çocuktan da kurtulmuştum. Kafam rahattı. Artık Özge'yi düşünüyordum. Karşı dairede oturuyordu. Hoşlanıyordum ondan ve o da bana bir şeyler hissediyordu sanırım. Hatta sabah çıkmadan ona, akşam onunla önemli bir şey konuşacağımdan bahsetmiştim. Aklım sıra sabahtan girizgahı yapmış, akşam da Rutkay Aziz gibi "söndön höşlönüyorum" diyecektim.

Mithatpaşa durağına geldik arada. Normalde bir kadın sesinin Mithatpaşa demesi lazımdı. Ama mikrofona bir erkek sesi geldi ilk başta. Se se se yaptı. Sonra şunları söyledi: "Gofret bir milyooon."

Hemen imdat frenine bastım. Kapıyı açtım ama gofretçi çocuk benden önce geldi. Kolumu büküp koltuğa yapıştırdı beni. 

"Bana bak aslanım. Bu gofreti alacaksın. Akıllı ol. İbnelik yapma, iki saattir peşinde koşuyorum lan." dedi.

"Abi kulun köpeğin olayım bırak beni, ben ne yaparım gofretle"

"Götüne sokarsın hahahahaha" diye güldü. Metrodaki herkes güldü. 

Bir milyon verip on tane gofret aldım. Gofretçi çocuk da beni azat etti. Elimde on tane Gofretto marka kolpa gofret gözümde yaşlar, gururum incinmiş bir şekilde indim metrodan. Arkamdan halen gülüyorlardı. Gofretçi çocuk da sarktı metrodan "Bir daha gelme lan buralara düdük" dedi. Hatta kesmedi arkamdan koşup kıçıma da bir tekme attı. Ben yere düştüm. Gofretlerden birisi kırıldı.

Yukarı çıkıyordum merdivenlerden. Özge de beni bekliyormuş kapıda. Hemen gözleri ışıldadı. 

"Naber?" dedi hafif heyecanlı bir sesle.

Dönüp boş gözlerle baktım. hayatımın öznesi olabilecek Özgem orada bana bakıyordu ama ben artık etken değil edilgen biriydim, gururum incinmişti. Hiçbir şey diyemedim ona. 

Tekrar konuştu. "Hani demiştin ya sabah bir şeyler konuşacaktın benimle, ne diyecektin?" diye sordu meraklı bir sesle.

Dudağına yaklaştım. Arada üç santim vardı.

"Gofret bir milyon" diyebildim. On gofretin içinden üç tane aldım kırık gofretle geri kalan 6 sağlam gofreti kafasının üstüne koyup eve girdim.

O gün aseksüel olmayı düşündüm ama sonra hemen vazgeçtim. Özge de o olayın sabahında taşındı evden. Gofretleri yemiş sanırım. Çünkü boş ambalajını çöpte gördüm. Halen çatısız öznesiz bir cümleyim ben, ara sıra Serkan nesne olarak giriyor eve ama yalnızlık zor be gülüm. Sana söylüyorum Özge, o gofretler aşkımızın edatlarıydı bizi birbirimize bağlayacak, sen onları utanmadan yedin, ben halen saklıyorum onları fırında, gün gelir de bana gelirsin diye, ısıtıp sana ikram ederim diye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder