20 Ekim 2007 Cumartesi

Evliya

Mübarek bir zattı. Bebek gibi bir yüzü, yumuşak bakışları vardı. Bakışlarından adeta “Dindarlık çok güzel bir şey” ifadesi okunuyordu. Bir çok kerameti de vardı. Körleri iyileştiriyor, kısırları tedavi ediyor, topalları yürütüyor, çocuğu olmayanlara çocuk bahşediyordu. Upuzun bembeyaz sakalları, bembeyaz saçları vardı. Uzunca bir cüppe, tertemiz bir sarık giyiyordu. Yemek yerken ağzını şapırdatıp, çorbayı sakallarına bulaştırmasına rağmen “Amına koyim” demiyor, peçeteyle ağzını burnunu siliyordu. Rivayete göre de geceleri değişik bir binek hayvanla Kabe’ye gidebiliyor, tavaf yapıp geri dönüyordu. Allah’ın sevgili bir kuluydu. 

Bana Ergüder Hoca’yı böyle tanıtmışlardı. İsim olarak her ne kadar bir basın danışmanlık şirketi yönetim kurulu başkanı imajı olsa da Ergüder Hoca mübarek bir zattı. Hatta Peygamberin soyundan geliyordu. Peygamberin soyundan gelmesine rağmen isminin neden Ergüder olduğunu kavramasam da bunda da bir hikmet olduğunu biliyordum. Serkan her Çarşamba Ergüder Hoca’nın yanına gidiyor ve sohbetinden feyz alıyordu. Bana da gelmemi tavsiye etti. Uzun zamandır içimde manevi bir boşluk olduğu için kabul ettim. Çarşamba günü yola düştük ve gittik. Çarşamba’nın ne dini ne de manevi bir gün olmaması beni şaşırtmıştı aslında. Neden Çarşamba? Belki de Hoca Çarşambalıydı. Bilinmez deyüp, düştüm yollara. 

Az gittim, uz gittim. Bir seydinin matarasında su damlası misali, günahlarımı çarığıma doldurup gittim. Bir günahkarım ben kapısında, yettim Hatice’m ben sana yettim. Gaza gelmiştim. Bir anda insan-ı kamil olmaya çalışmışken son mısrada sıçmak moralimi bozmuştu fakat bozuntuya vermedim ve kravat takmadığım halde gömleğimin en üst düğmesini de ilikleyip kollarımı sallamadan yürümeye devam ettim. Hocanın dergahı Beylikdüzü’ndeydi. Zaten ebesinin amındaydı ama bir de üstüne trafik yiyince benim sinirlerim laçkalaştı. “Serkan sikeceğim tuluatını. Üç buçuk saattir yoldayız lan. Küba’ya mı gidiyoruz Beylikdüzü’ne mi amına koyim?” dedim. Serkan ise çoktan uyumuştu. Kafasını okşadım ve ellerim yağ içinde kaldı. Saçlarına şekillendirici olarak ya margarin sürmüştü ya da aylardır yıkanmıyordu it.

Beylikdüzü’ne gelince uyandırdım. Serkan önde ben arkada hocanın evine gittik. Çiftlik apartmanıydı. Asansöre bindik ve yukarı çıktık. Hocanın ziline bastık. Zile basınca içeriden “Ding dong misafiriniz geldi lütfen kapıya bakar mısınız?” şeklinde bir ses geldi. "Ne biçim evliya lan bu?" diye düşünmeyi düşündüm ama düşüncemi okur diye götüm attı hemen yavşak şeyler düşünmeye başladım. “Lan bu hoca süper off mis valla süt süt” şeklinde düşündüm. Her ne kadar bu düşüncelerim dini bir tabana indirgenemese de yavşaklık olarak iyi bir kalitedeydi. Evliyadır, gece rüyama girer siker diye kötü bir şey düşünemedim. 

Nihayetinde kapı açıldı. Ergüder Hoca esniyordu. Yeni uyanmış. “Hocam saat 14:30 tsısısı” dedim. “He ya sorma, dün Cnbc-e’de x-files izliyordum geç yattım, gelin içeri.” dedi. Altında Addedas marka bir eşofman vardı. Lastiği iyice gevşemiş götünden aşağıya sarkıyordu. Sağ dizi de yırtılmıştı. Askılı da bir atlet giymişti. Yavaş yavaş hocadan kuşkulanmayı düşünüyordum.

Oturma odasına geçtik. Çilek genç odasıyla döşenmiş olan oturma odası insanın içindeki tüm ulvi hislerin adeta ırzına geçiyordu. Hele duvardaki Spongebob denen yavşağın posterleri tüm mistizmi öldürüyordu. Ergüder Hoca elini yüzünü yıkayıp geldikten sonra yüzüne dikkatlice baktım ve saçlarının beyaz olmadığını fark ettim. “Hocam saçlarınız beyaz değil miydi?” Sırıttı. “Yeaa geçen bir arkadaş oksijen suyu getirmiş sürdüm bak böyle rengi açıldı. Süper olmuş ama değil mi? Sakallara da sürdüm dün akşam bak.” dedi. Böyle derken saçlarını eliyle düzeltip kafasını geri atması da içimde şüpheler uyandırmaya başlamıştı. 

“Hocam neden Çarşamba günleri toplanıyoruz?” diye sordum. “Sen bilmiyordun değil mi? Ben çağrı merkezinde çalışıyorum. Çarşamba günleri shiftim yok çalışmıyorum. Mecburen tısısıs.” Gittikçe hayal kırıklığına uğruyordum. Geceleri Kabe’ye giden adamın çağrı merkezinde işi neydi lan? “Hocam peki Kabe’ye nasıl gidiyorsunuz?” diye sordum. Bir şeyler dedi ama anlamadım. “Ne” diye tekrar sordum. “Zzzt Errrrenkööööy hohahaha” dedi. Serkan da kafasını öne eğmiş tükrüğünü halıya akıtarak gülüyordu. Ergüder Hoca kızdı. “Tükürme lan halıya amcık. Amına koyim evi lama kafesine çevirdiniz lan tüküre tüküre” dedi. Sonra ayağa kalktı. Tamam dedim şimdi vaaz başlayacak. “Plesteyşın oynayalım lan, aç makineyi Serkan” dedi.

TV’yi açıp bir futbol oyunu oynadık. Ergüder Hoca sürekli çirkeflik yapıyordu. “Ba ba ba olum ba göle ba, böyle sokkkarlar heyyy gidi. Lan ibnelik yapma direkt kaleye çekmek yok puşt.” Beni yenmesine izin vermiştim. Çarpmasından korkuyordum. Biz öyle oynarken iyice acıkmıştık. “Hocam biraz midemizi şenlendirelim cennet yiyecekleriyle” dedim. “Cennet yiyecekleri ne lan? Yeni mi açıldı? Ben Dominos’tan söylerim hacı” dedi. Bir extravaganza büyük boy söyledik. Pizza gelince parasını da bize ödetti. Daha ben elimi yıkayıp dönmüştüm ki Serkan’la ikisinin başlamış olduğunu gördüm. “Ohoo ayıp oluyor abi bitirmişsiniz amına koyim. Verin lan bitmiş bu” dedim. Hoca ilk başta ık mık etti ama sonra “Al be iyi ki verdiniz lan parasını al lan boğazına dursun” dedi. “Hocaaaa! Ayıp oluyor ama, aç karnını biz doyurduk lan” dedim. Artık korkmuyordum. Üstelik bu şarlatanlığa sinirlenmiştim. Ben feyz almaya gelmişken sakallarını saçını oksijen suyuyla kızartmış olan bir adamla plesteyşın oynuyordum. 

“Yeter lan. Ne biçim hocasın lan sen? Serkan sen de gülme ve o elini çek omzumdan sikerim senin de belanı. Bir mucizen bile yok lan ne biçim evliyasın?” diye bağırdım. Ergüder Hoca çok sinirlendi. “Yazıklar olsun sana. Al şimdi sana mucize. Bak sen bunu yapabilir misin” dedi. Ellerini çapraz tutup ters çeviriyordu. Sonra da kulaklarını oynatmaya başladı. “Hadi yapsana, yapsana lan” diyordu kulaklarını oynatırken. Şok içindeydim. “Gözlerini kapa” dedi. Kapadım. “Şimdi aç” dedi. Açtım. İyice yakınıma gelmişti. “Şimdi sola dön” dedi. Tam kafamı sola çevirmişken orada duran parmağı gözüme girdi. Serkan’la altlarına sıçarcasına gülüyorlardı. Gözlerim doldu. Hemen koşup alaturka tuvaletinin taşına sıçıp götümü silmeden dışarı kaçtım. Mirkelam gibi koşarak eve gidecektim ama Beylikdüzü’nden götüm yemedi. Otobüse bindim. O sırada da sinirim geçti, yoldaki güzel kızları kestim. Birisi bana baksa göz kırpacaktım ama hiçbiri bakmadı.

Eve gelip MSN’i açtım. Yeni birisi eklemişti beni. Nicki [#08506]ewliya olan birisiydi bu. Onay verdim. Hemen bir titreşim attı. “slm nbr, ben ergüder :P” dedi. “adrsini srkandan aldmmmm :O” diye devam etti ve bir titreşim daha attı. “Hoca sen ne acayip bir şeymişsin lan? Niye böylesin sen?” dedim. “Yaw aq sende arızaymşsnnnn. kabeye gitgel gitgel geceleri ne pahalıııı biliyormsnnn :) ebm skldiiii aq” yazdı. “Bak smileyye" dedi ve bir smiley gönderdi. Yanar döner bir ışıkla "oruç tut sıhhat bul" yazıyordu. Hemen engelledim ve MSN’den çıktım. Şehir yavaş yavaş karanlığa bürünüyordu. Pencereden aşağıya bakıp besmele çekerek tükürdüm. Kapıcının kafasına geldi. Gülerek yatağıma gittim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder